En zor yazılardan biridir.
Eğer anneniz yoksa…
Nasıl ve nereden başlayacağınızı bir türlü kestiremezsiniz.
Bir şey daha… Hele hele de telefonunuzun ekranından size bakıyorsa…
Her yerde onun hatırası karşılar sizi, ektiği biçtiği tarla, diktiği fidanlar...
Destegül, Bahçegül, Yaylagül ve Sürmeli için kuruttuğu otlar...
Kazanlar dolusu sütler, yaydığı yayıklar…
Hoşaflar, dut kuruları, kar yağdığında canımızın çektiği elmalar, armutlar…
Kurduğu turşular, peynirler, pestiller, sirkeler…
Nar gibi kızaran hamsikuşları...
İçine tereyağı koymak için heyecanla beklediğimiz mis kokulu sıcacık ekmekler...
Diktiği gömlekler, ördüğü hırkalar çoraplar...
Kül suyundan geçen çamaşırlar...
Şimdi düşünüyorum da… Küçük bir dükkân gibiydi evimiz.
Hepsinde de annemizin eli…
Nur yüzlü annemiz…
***
İki yıl önce “Bana Bir Mektup Yaz Anne” diyerek başlamıştım yazıma…
Yarım kalırdı ya pek çok şey…
Söyleyememiş olabilirdi o koşturmaca içinde…
Boncuk mavisi gözlerinden anlardım.
Bazen sadece bakardı, o kadar.
Birkaç damla gözyaşı da eklendiğinde…
Öylece oracıkta oturur sessizce ağlardım.
“Anneler bilirler” sözü boşuna değilmiş demek.
Anneler, bizim için yaşar, bizim için ölürler.
***
Tiril gömleklerin ve kara lastiklerin üzerinden tamı tamına yarım asır geçmiş.
Fakat özledikçe yaşıyormuş, yaşadıkça özlüyormuş insan.
Sözleri uğulduyor kulaklarımda...
En çok da...
“Bayıliysunuz boş gonuşmaya...”
Bir de denize gönderirken “boğulursanuz sakın eve gelmayin" tembihine...
Son günlerinde ise yemek için biraz zorlayınca...
“Siz de yiyin" demişti...
Ben de “anne, biz yedik" deyince...
“Yedik yedik, ne yedik” diye söylenmişti.
Anlamıştım, “yeduk" demediğim içindi bütün bunlar.
***
bana bir mektup yaz anne
anlat anlat çocukluğumu
ağladığımı güldüğümü
sütten kesildiğimi yürüdüğümü
bana bir mektup yaz anne
ateşler içinde gecelerimi
gitti gidecek günlerimi
ardından yüzüme renk gelişini
güneş gözlerinle gözlerime gülüşünü
yanaklarından süzülen yaşları
anlat anne
kundağımı koklayışını
yüreğimin atışını
bilirim mektup yazamazsın
ne çocukluğuma ne gençliğime dokunamazsın
bir bilseler dokunsalar ağlayacaksın
***
‘Anneler Günü’ için bir yıl daha beklememiz gerekmeyecek.
Tüketim ekonomisinin ‘her şeye bir gün’ mantığına da takılıp kalmak istemiyorum.
Şu dünyadaki en değerli varlığımız için ‘gün’ de ne demek? Fakat adı konmuş bir kere, vakti saati geldiğinde yine de bekler anneler. Her ne kadar “hiç önemi yok” deseler bile…
“İyi olduğunuzu bileyim, yeterli…”
Ve daha neler neler…
Korurlar bizi, bahaneler eklerler…
“Gelecekti, arayacaktı, alacaktı ama” diye boğazlara düğümlenir cümleler…
***
Annesiz Anneler Günü nasıl bir şeymiş?
Rüya gibi…
Hani uyandığında göreceksin ya da sesini duyacaksın gibi…
Senin takvimine göre henüz Mayıs gelmemişti ama bilirdin.
“Bereket” derdin, yine yağmur yağıyor anne…
En koyusuna kadar yeşil sarmış her yanı…
Sana söyleyeceklerim var.
Anne…
***
Sizin kadar bizi kim düşünür, bizim için kim üzülür kim ağlar sabahlara kadar?
En güzel sözler sizin için...
Filmler, şarkılar türküler…
Şimdi de hediyeler…
Ne mutlu anneleri sağ olanlara, annelerinin gönlünü alanlara…
Senede bir gün bile olsa birlikte gezip tozanlara…
Düştüğümüzde bizimle düşen…
Koştuğumuzda bize kollarını açan…
Vardığımızda bizimle birlikte daha uzaklara koşan melekler…
Dua eden, sabreden, telefon bekleyen, yol gözleyen…
Varlık sebebimiz tüm annelerimize minnet ve şükranlarımızla…
Kolay mı sizi unutmak?
Sizi unutmak, kendimizi unutmak.