Bizim zamanımızda şampiyonluklar havai fişekle değil, kamyon kasalarında kutlanıyordu

Trabzonspor’da şampiyonluk yaşayan isimlerden Serdar Bali, o dönemler takım olarak galibiyetten başka bir şey düşünmediklerini, “Biz aramızda kâğıt oynarken bile kaybetmek istemiyorduk!” sözleriyle anlatıyor

SERDAR BALİ KİMDİR?

Serdar Bali, babası Zekeriya Bali’nin Beykoz’da futbol oynaması nedeniyle 1956 yılında 2 kız, 1 erkek 3 çocuklu ailenin en büyüğü olarak İstanbul Fındıklı’da dünyaya geldi. Henüz iki yaşındayken ailesiyle yeniden Trabzon'a dönen Bali, ilkokulu İskenderpaşa İlkokulunda, ortaokulu ise Atatürk Ortaokulunda okudu. Trabzon Lisesinde okurken Sebat Gençlik Kulübünde futbol oynamaya başlayan Bali, 1975-1976 sezonu başında Trabzonspor'a transfer oldu. 5 sezon oynadığı Trabzonspor'da 101 maça çıkıp 13 gol attı ve 4 lig şampiyonluğu yaşadı.

Bali, 1980 yılı Temmuz ayında 8 milyon TL karşılığında Beşiktaş'a transfer oldu. Siyah beyazlı ekibin 15 sezon aradan sonra şampiyon olduğu 1981-1982 sezonunda Galatasaray'la oynanan 19. hafta maçında ayağı kırıldı ve uzun süre sahalardan uzak kaldı. Sakatlıktan kurtulduktan sonra eski performansına ulaşamayan Serdar Bali, 1984-1985 sezonunda lige yeni yükselen Karagümrük'e kiralık olarak gitti. Sezon sonunda Karagümrük ligi son sırada tamamlayıp küme düşerken, Bali 18 karşılaşmada forma giyip 1 gol attı. Serdar Bali, Temmuz 1985'te ise Trabzonspor'a geri döndü. Birkaç ay takımda forma giydikten sonra 25 Ekim 1985'te Teknik Direktör Jürgen Sundermann'ın isteği doğrultusunda Denizlispor'a kiralandı. Denizlispor'da başarılı bir sezon geçiren Bali, geri dönmek istememesine rağmen Trabzonspor kendisini geri çağırdı. İki sezon daha bordo-mavili ekipte oynadıktan sonra 7 Ağustos 1988'de Trabzonspor ve Beşiktaş arasında düzenlenen bir jübile maçıyla futbol kariyerini noktaladı.

Bali, 16 Şubat 1977'de Bulgaristan U-21 takımıyla oynanan maçta millî takımlar düzeyinde ilk kez forma giyerken, Türkiye'nin maçtaki tek golünü de kendisi attı. Bir yıl sonra 23 Eylül 1978'de İtalya ile oynanan özel maçta ilk kez A Millî Takım forması giydi. Bali, toplam 8 kez Millî Takım’da oynadı.

Serdar Bali, futbolu bıraktıktan sonra İstanbul'a yerleşerek ticaretle uğraşmaya başladı. 1996 yılında Faruk Nafiz Özak'ın başkanlığı döneminde yaklaşık bir yıl yedek üye olarak yönetimde görev yaptı. 31 Aralık 2000'de başkanlığa seçilen Özkan Sümer'in yönetiminde ise futbol şube sorumlusu görevine getirildi. 8 Şubat 2002'de bu görevinden ayrılan Bali, 3 ay sonra da yönetim kurulu üyeliğinden istifa etti.

Bali, 2007 yılında spor yazarlığı yaptı. Bunun haricinde Trabzonsporlu Profesyonel Futbolcular Derneğinin de başkanlık görevini yürüttü. Serdar Bali, 2017 yılından beri de TFF Trabzon Bölge Temsilcisi olarak görev yapmaktadır.

Trabzonspor’la 4 kez lig şampiyonluğu yaşayan Serdar Bali de ismini efsane isimler arasına gururla yazdıranlardan…

Evli ve iki çocuk babası olan Serdar Bali’nin, kendisinin futbol hayatından anıları anlattığı “Bordo-Mavi Hayatımın Siyah Beyaz Anıları” isimli bir de kitabı bulunmakta.

Serdar Bali, babası Zekeriya Bali’nin Fenerbahçe’de futbol oynaması nedeniyle İstanbul’da dünyaya gelse de henüz 1,5 yaşındayken aile yeniden memleketin yolunu tutar. Trabzon’da tıpkı filmlerdeki gibi bir yaşam öyküsü bekler Serdar Bali’yi... Aileye ait bahçeli bir ev, o evin içinde amca, amca çocukları, babaanne ve kardeşler… Derken 15 kişilik kocaman bir ailede büyüdü Serdar Bali… Belki de babasının en büyük ödeviydi onları Trabzon’un bir ucundaki okula göndermesi. Zira bunu hayatının ileriki yıllarında anlayan Serdar Bali, “Allah razı olsun, babam hayatı öğrenmemiz, ayakta durabilmemiz için bizi kendi mahallemizde değil de en uzaktaki okula verdi.” sözleriyle bu durumu anlatıyor.

Lise eğitimine Trabzon Lisesinde başlayıp ardından Affan Lisesinde devam eden Serdar Bali, 16 yaşına geldiğinde lisansını çıkarmıştı bile. Bali’nin Akçaabat Sebat Gençlik’te başlayan futbol kariyeri, 18 yaşında Trabzonspor’a geçmesiyle devam etti.

Ve Trabzonspor’da yaşanan şampiyonluk sevinci… Öyle güzel anlatıyor ki o dönemin şampiyonluk sevincini Serdar Bali, eminiz kitabın bu sayfalarını, bu satırlarını okuyan çok kişi kendisini bu ifadelerde bulacaktır. Zira “İnsanların sevinmesi bizi daha mutlu ediyordu. Bugünkü gibi havai fişeklerle değil, kamyonların üstünde yaşanıyordu şampiyonluk sevinci.” sözleri bunu ispat ediyor âdeta… “Hangimiz sevmedik?” şarkısının sözlerine atıf yapar gibi “Hangimiz yaşamadı bu sevinçler?” diyesi geliyor insanın…

Serdar Bali’nin, “1975-1986 futbol yıllarım.” diye nitelendirdiği ve “Ben Serdar Bali, Bordo-Mavi Hayatımın Siyah Beyaz Hikâyesi” isimli kitabını okudukça kâh gülüyor, kâh hüzünleniyorsunuz… Ve en çok da gülümsüyor, o günleri yeniden yaşıyorsunuz.

Serdar Bali, “Ben futbol hayatımda hiç yan pas atmadım. Hep öne attım, doğru pas attım. Ama yanlış da atmışsam öne gitti! Zaten yanlış değilse gol oldu! Topu öne atacaksın, ya rakip ya da seninki yorulacak. Zaten sen iyi top atıyorsan gol oluyor, yanlış top atıyorsan o topu alana kadar rakip yoruluyor!” diyor.

Bali, Trabzonspor'a transfer olduktan sonra bu forma altında 4 lig şampiyonluğu yaşadı. 1980 yılında Beşiktaş'a transfer olan Bali, ayağı kırıldıktan sonra bir daha fırtınalar estirdiği yıllara dönemese de defalarca kez şampiyon olduğu Trabzonspor formasına 1985 yılında yeniden kavuştu. 7 Ağustos 1988'de Trabzonspor ve Beşiktaş arasında oynanan maçla jübilesini yapan Bali, Trabzonspor forması altında sergilediği müthiş performans ve şampiyonluklara yaptığı katkılarla adını efsaneler arasına yazdırdı.

günebakış: Sayın Bali, bize öncelikle kendinizi ve ailenizi anlatır mısınız?

Serdar Bali: Babam Zekeriya Bali o dönem Fenerbahçe’de futbol oynuyordu. Tabii o dönemler fakirlik var. Ben et yemeyi çok seviyormuşum ve sürekli olarak “Et et!” diye bağırıyormuşum. O zamanlar babamın da son zamanlarıydı. Annem Firuzan Bali, Galata Köprüsü’nün yanındaki Ziraat Bankasında çalışıyordu. Babam Fenerbahçe’nin verdiği avantajla Denizyollarında işe girdi. Annem Bursalı ve İstanbul’a oradan gitmişti. Ailesi Bursa’da muhallebicilik üzerinde epey meşhurdu. Sonrasında Kabataş Fındıklı’ya yerleşmişler. Babam da futbol oynarken “Fındıklılı Zekeriya” diye havası varmış, annemle de orada tanışmışlar. Hattâ benim göbek adım Kamil’dir. O dönem Zeynep Kamil Hastanesinde doğan kızlara Zeynep, erkeklere Kamil taktıkları dönemdi…

Ben henüz 1,5 yaşındaydım ve Trabzon’a dönmüşüz. Geçim sıkıntısı bunda büyük rol oynamıştı. Annem daha önce hiç Trabzon’u bilmiyordu. Henüz 21 yaşındaydı ve buraya geldikten sonra tam bir Trabzonlu oldu. ,

Sotka’daki evimize geldik. Amcam, babam, amcamın çocukları Şakir Bali, Cengiz Bali, yengem, kardeşlerim ve babaannem… Bir evde 15 kişi oturuyorduk! İki yatak odası, bir salon ve mutfak vardı. Bahçemizde de incir ağaçları vardı. Güzel bir çocukluk geçirdik.

Evimizin yakınında Cumhuriyet İlkokulu olmasına rağmen bize en uzak okul olan İskenderpaşa İlkokuluna verdiler beni. İlkokul bitti ancak o arada mahalle aralarında plastik toplarla futbol oynuyorduk. Babam Beykoz’da, Süleymaniye’de, Ankara Demirspor’da, Fenerbahçe’de oynadı. Babam ayrıca atletti. Biz aslen Çukurçayırlıyız. Giray Bulak’la da akrabayız. Çukurçayır’da köyümüz var. Babam oradan şehre koşarak inermiş. 10 bin metrede kimse geçemezmiş onu. Babam aynı zamanda 100 metreciymiş. Yani ya uzun koşarsın ya kısa... Babam hepsini koşarmış. Biz onun kadar koşamadık. Aynı zamanda fiziği ile de farklıydı. Sarı saçlı, mavi gözlüydü babam.

İyi ki de Trabzon’a gelmişiz. İlkokulun ardından Maşatlık’taki okula gittim. Rahmetli Kemal Uran orada hocaydı. Babam da onu tanıdığı için onun peşinden dolaştırıyordu bizi. Ben buradan Sotka’dan saat 10 buçukta yürüyerek çıkardım. Yenicuma’dan yukarıya Tabakhane Köprüsü’nden içeriye. Orada kız kardeşimin kocası Şener’le (24 Şubat’ta futbol oynardı.) mahalle arasında op oynardık. Oradan Tanjant’taki camiden yukarıya sonra Tekke’den yukarıya Boztepe’ye çıkarken bir fırın vardır, o aradan Arafilboyu’na ve oradan okula giderdik. Allah razı olsun babam beni şundan dolayı uzaklara verdi: Ayakta durmayı öğretti bize. Uzağa verip kendi hâlimize bıraktı. Bunu bilinçli yaptı bir bakıma. Mahallede kolaydı, çünkü herkes birbirini tanıyordu. Ufak tefek bir çocuktuk.

Dünyaca ünlü Portekizli antrenör Jose Morinho’nun kitabını okuduğumda bir paragrafta şöyle yazar: “Morinho, çocuğu buz pistinde kayarken yere düştüğünde gidip ona bir şeyler söyledi. Çocuğu bunun üzerine ayağa kalktı ve tekrar bir şeyler söyledi. Sonra da geri dönüp gitti. Onun büyüklüğünü o zaman anladım. Biz olsaydık çocuğumuzun elinden tutar kaldırırdık onu.”

Bunu okuduktan sonra “Adam iyi ki Trabzon’a gelmedi! Bizim babalarımız bizi tekneye koyup denize atıyordu sonra da yüzün diyordu, üstelik yüzme de bilmeden.” dedim kendi kendime. Bu durumda bizim babalarımızın hepsi Morinho’ydu!

Ben zeki bir öğrenciydim ancak çalışmayı sevmiyordum. Dersi derste öğreniyordum Pratik zekâya sahip bir öğrenciydim, en çok da matematik dersini seviyordum. Liseye kadar hiç sınıfta kalmadan geldim. Lisede Mustafa Kaynar ile aynı sınıftaydık. Bu arada kızların en fazla olduğu sınıfa da bilerek girdik. Sonrasında zaten futbola dönünce her yılı ikişer ikişer okuyarak gittik. Önce Trabzon Lisesinde başladık. Affan Lisesi açıldığında Temel Oran oraya müdür oldu. Okulun adı duyulsun diye de bizi oraya transfer etti. Yine Mehmet Kulaksız falan hep oraya gittik. Biz o okula gidersek okul takımına da insanlar özendirilir diye düşünülüyordu. 16 yaşında lisans çıkarmıştım. Aynı zamanda basketbol da oynuyordum. İyi de oynuyordum.

16 yaşımda Akçaabat Sebat Gençlik’e gittim. O dönem bilerek Trabzonspor’a gitmemiştim. Çünkü o dönem Özkan Sümer’le bir çatışmamız olmuştu. Özkan abi çok disiplinli olduğu için ben de buna çok gelemiyordum. Benim anlayışımda, iyi futbolcu disiplinli futbolcu değildir! Sivilce nasıl bir yerden patlak veriyorsa iyi futbolcu da bir yerden patlak verecektir! Hem disiplinli hem temiz hem ahlaklı hem de yetenekli… Dünyada böyle bir şey yok. Einstein’in fotoğrafına baktığınızda ne kadar dağınık olduğunu kolayca görebiliyoruz. Bu adam düzgün görünümlü bir adam olsaydı hiçbir icat yapamazdı! Atatürk top yok, tüfek yok… Onca savaşı nasıl kazandı? İnsanlara bunu anlatıyorum. Bu Trabzonspor için de geçerli. İyi bir oyuncu gündeme geldiğinde “Arızalı!” deniyor. İyi de arızasını gidermeye bakın, sonuçta iyi futbolcu.

1972 yılında yani 16 yaşında lisans çıkardıktan sonra bir yıl Akçaabat Sebat Gençlik Genç Takımı’na gittim. Ertesi sene Sebat Gençlik Genç Takımı’nda 45 dakika futbol oynadım, dinlendim, diğer 45 dakikayı da A Takım’da oynadım. Peş peşe…

18 yaşını bitirirken Trabzonspor’a transfer olmuştum.

günebakış: Sebat Gençlik’e gidişiniz nasıl oldu, onlar mı sizi keşfetti?

Serdar Bali: Yenimahalle’de Erol Batur, İsmail Batur, Osman amca, Selim, Hasan amca vardı. Mahalle maçları oluyordu lisedeyken. Oradaki maçların çok seyircisi oluyordu. Biz ekip olarak oraya gittik. Ve o dönem Trabzonspor’a gitmek istememiştim.

günebakış: Trabzonspor’la yollarınız nasıl kesişti?

Serdar Bali: O zaman Fenerbahçe ve Beşiktaş beni istiyordu. Çünkü babam Fenerbahçe’de oynadığı için beni takip ediyorlardı. 18 yaşını bitirdiğimde de Trabzonspor’a girdim. İlk senemde Şükrü Ersoy zamanında 1975-1976 sezonunda 10-12 maç oynadım. İlk şampiyon olduğumuz sezondu. Giresun’dan Ahmet Ceyhan’ı almıştık o dönem. Transferinde bazı pürüzler vardı ve lisansı geç çıkmıştı. O yüzden de Şükrü Ersoy beni sol açık oynatıyordu. Ama benim yerim sol açık değildi. Süratli bir adam değildim; ayağına hâkim, iyi orta yapan birisiydim.

Sonra Ahmet Suat Özyazıcı geldi. Liverpool’un ilk maçının kadrosunda vardım. En azından o kadroya ısındık. Yetenekli olduğumuz ortaya çıktı. Yani oynamak için zamanını bekliyorduk.

günebakış: Avni Aker’deki ilk maçınızı hatırlıyor musunuz? Orada maça çıkmak nasıl bir duyguydu?

Serdar Bali: Sanırım ilk maçım Balıkesir maçıydı ve sol açıktım yine. Hattâ orta yaptım Necmi abi gol atmıştı. O zaman Trabzon Şehir Stadı idi. Avni Aker daha sonra olmuştu.

Trabzonspor’da oynuyorsun... Kimse şampiyon olacağız diye yola çıkmadı! Geleni yendik, gideni yendik ve şampiyon olduk! Güçlü bir kadroyduk ve yenilmek istemiyorduk. Biz kâğıt oynarken de yenilmek istemiyorduk, bu yüzden de kavga çıkıyordu. Çıkıp oynuyorduk, maç bitiyordu kahvelere dağılıyorduk; idmandan çıkıyor kahvelere dağılıyorduk. Soyunma odalarımızda neşe, gülmek, oynamak... Kimse kimsenin aleyhine konuşmuyordu. Zaten kimse kimsenin yerine talip değildi. Çünkü “Ben iyi futbolcuyum ama yer yok!” Benim mevkimde oynayanlar en az benim kadar iyi. Sıranı bekliyorsun.

Benim oynamam ise Eskişehir deplasmanında oldu. Önce Ali Kemal, peşinden rahmetli Kadir kırmızı kart gördü, Necmi abinin beli tutuldu, Ali Yavuz’un aşil kemiği kırıldı. Ve o gün oynadık.

A takım ile B takımın çift kaleleri perşembe günleri tarihî bir maç gibiydi. A takım, B takımını yenerse herkesi yener. Çünkü B takımı, A takımını yeniyordu. Geride Hüsnü, Güngör, ben… Sağ açık İhsan abi. Zaman zaman Hüseyin oynuyor, Necmi oynuyor bizim takımda. Kaliteli bir gelecek kuşak. Kaleci Alptekin, Ufuk… B takım bizdik. Müthiş çift kaleler oluyordu. Taraftarlar en az maçlar kadar ilgi gösteriyordu bu karşılaşmalara. O maçlarda bile kimin futbolcu olacağı belli oluyordu. Benim de futbolcu olacağım belliydi ama hangi mevkide olacağım, yerim henüz belli değildi. Ben de kendi yerimi tespit edemedim. Suat abi tespit etti ama. Eskişehir’de yaşanan o sakatlıklardan sonra sol orta sahaya çekti beni. Necmi abinin beli tutulunca Hüseyin’i santrafora aldı. Suat abi öyle organizasyon yaptı ki… Eskiden giden geri gelmiyordu! Ben 1975’te geldikten sonra Necmi abi geri geldi. Hüseyin iyi santrafordu, Necmi’yi de İdmanocaklı olduğu için oynatmak istiyorlardı. Bu sefer takımımız iyi diye Hüseyin’i orta sahanın sağına çekti, Necmi’yi de santrafor oynattı. Hüseyin orta sahada oynuyordu ama o kadar güçlüydü ki 4-2-4 oynuyordu. Hüseyin santrafora geçiyordu, Bekir abi zaten herkesin yerine koşuyor! Necmi sakatlanınca Hüseyin santrafora, orada boşalan yere de beni koydu. Biz sahaya girdik bir daha da çıkmadık! Onlar iyileşti ama ben yerimi bir daha kimseye vermedim.

günebakış: Trabzonspor’da ilk şampiyonluğunuzu anlatır mısınız bize? Nasıl bir duyguydu?

Serdar Bali: İnsanların sevinmesi bizi daha da mutlu ediyordu. Bugünkü gibi havai fişeklerle değil, kamyonların üstünde yaşanıyordu şampiyonluk sevinci. Bir de eziyetti âdeta! Niye? Çünkü mayıs ayının sonunda, haziran ayının başlarında lig bitiyor ve şampiyon oluyorsun. Biz hem şampiyon oluyor hem de Türkiye Kupası’nı alıyorduk. 15 gün sonra da Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Kupası maçını oynuyorsun. Herkes tatilde, biz ise 15 gün yine idman yapıyorduk. Biliyorsunuz 5 yıl üst üste Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı aldık. Kupayı 15 Haziran’da alıyorsunuz, tam tatile gideceksiniz 1 Temmuz’da lig başlıyor. Millet 1 ay tatil yaparken biz 10 gün yapamıyorduk. E tabii gençtik de… Ve daha çok kendi aramızda eğleniyorduk.

1975-1976’da 1250 lira maç başı primi vardı. Suat abi iyi oynadığını tespit ettiğine moral olsun diye ekstra 1250 lira veriyordu. Ben iki maç üst üste 5 bin lira süper prim almıştım. Besim Kahraman’dan herhalde Reşat altını almıştım, öyle hatırlıyorum. Bizim en büyük eğlencemiz maç bitişinde Faroz’da uzun peynirli yaptırıp yemekti. Uzunkum’daki otelin yerinde Halim Ağa’nın yeri vardı. F28 uçaklar gelirdi, dönemediklerinde onları izlerdik. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş geldiği zaman doğal olarak yenerdik! Maç bittiğinde o takımlardaki arkadaşlarımızı alır hep beraber yemek yemeye giderdik. Ertesi gün de yola koyardık onları. İstanbul’da onların bunu yapmasına ihtiyacımız yoktu, çünkü çevremiz çoktu orada.

günebakış: Avni Aker denilince neler hissediyorsunuz?

Serdar Bali: Futbol hayatım bitince İstanbul’a gittim. Ama şimdi bakıyorum da keşke kalıp siyasete soyunsaydım! AK Parti ilk kurulduğunda Sayın Cumhurbaşkanı’mızın yanında Trabzonlu çok sayıda hemşehrimiz vardı. O dönem önüne bir proje koydular. Akyazı Stadı… Daha önce Faruk abi onlar Avni Aker’in oraya bir proje çıkarmıştı. Ancak Akyazı Projesi’nde oteller, marinalar falan vardı. Tayyip Bey de baktı ki çok güzel proje, “Yapın.” dedi. O aşamada biz, “Bunu yapmaya gerek yok, Avni Aker’e böyle bir şey yapalım.” deseydik bizi mutlaka dinlerdi. Çünkü Avni Aker’in oradan kesinlikle kalkmaması gerekiyordu. Şu anda dünyada da böyle. Statlar şehrin içerisinde. Maç sona erdiğinde en rahat dağılacak yer şehir statlarıdır. Çünkü siz oraya aracınızla gelemiyorsunuz. Maç bittiğinde şehrin her tarafına gidebiliyorsunuz. Orman Okulunun oradan başlayarak Yenimahalle’deki yerleri de istimlak ederek büyük bir adayı yaşam alanı yapabilselerdi keşke. İnsanlar ailesi ile gelip o yaşam alanlarında vakit geçirecekti. Oranın kalkmaması gerekiyordu. Babalarımızın kemikleri var orada! 100 yıldır futbol oynandı, tarihî bir eserdi orası. Tarihî Trabzon Lisesinin adının Anadolu Trabzon Lisesi olması doğru muydu? Siz Galatasaray Lisesinin adını Anadolu Galatasaray Lisesi yapabilir misiniz? Trabzon Lisesinin adı değişmeyeceği gibi Trabzon Şehir Stadı’nın ismi de değişmemeliydi.

günebakış: Avni Aker’de unutamadığınız maçlar oldukça fazladır, bunlardan birisini bizimle paylaşır mısınız?

Serdar Bali: Avni Aker’de unutamadığımız sayısız maçlar oynadık. Bunlardan bir tanesi de Liverpool’a karşı olan maçtır. Akrenas’ı eledikten sonra Avrupa’daki ikinci rakibimiz Liverpool oldu. İki şehir de ülkelerinin küçük liman kentleriydi. Takımlarının isimleri kentleriyle bütünleşmiş, taraftarları ise oldukça fanatikti. Ortak özellikleri çok olan iki takımdık. Liverpool’un Trabzon’a gelecek olması Türkiye’de gündem olmuştu. O günkü gazete manşetleri büyük puntolarla haberi duyurmaya çalışıyordu. Zira Liverpool çok tanınmış bir takımdı ama rakibi de senin ülkenin takımıydı. Bu kadar yabancı hayranı gibi davranıp daha maç başlamadan ülkelerin takımını aşağılamaya çalışmanın kime ne faydası vardı ki!

Bize vız geliyordu! Trabzonspor onların gözünde neyse Liverpool da bizim gözümüzde oydu! Öyle bir ekiptik ki karşımızdakilerin bizden farkının sadece bizim karşımızda olduğunu düşünür, küçük görmezdik. Tersine kendimizin büyük olduğunu düşünürdük. Liverpool’un 20 Ekim 1976’da Trabzon’a gelmesi, küçük ama sevimli liman şehrimize bir heyecan getirmişti. İngiliz ekibi muhtemelen Türkiye’de İstanbul’dan başka bir yerin varlığından bile haberi yoktu! Merak ve şaşkınlık içerisinde şehrimizi inceliyorlardı! Özgür Otelde kampa girdiler. Aksilik o gece de ışıklar kesilince otel çalışanları mum yaktı. Liverpoollu futbolcular ne olduklarını ve nereye geldiklerini şaşırarak hayretler içerisinde kalmışlardı.

Liverpool’un en gözde futbolcusu Keagan, Trabzonspor’da ise Ali Kemal’di. Saçlarının uzunluğuyla birbirlerini andırıyorlardı. Toshack sol açık Haingway, kaleci Cleamens gibi şöhretlerle dünyada Liverpool rüzgârı esiyordu.

Trabzonspor’a geldiğimden beri ilk kez odun sobası ile ısınan, kara tahtası tebeşirli olan, takunyanın kullanıldığı, futbolcuların kardeş gibi samimi olduğu soyunma odasında bir heyecan görünüyordu. Ama bu heyecanın rakipten çekinmeyle hiçbir ilgisi yoktu. Bu sadece maçın bir an evvel başlamasının isteği ve telaşıydı.

Maç, Türkiye güzeli olan merhum Jale Beyhan Hanım’ın sembolik vuruşuyla başladı. Trabzonspor yine oyuna hızlı başladı. “Oyuna yavaş girin!” deseler de oyun yapımız buna müsaade etmezdi. Liverpool oyuncuları bu kadar dişli bir takım beklemiyordu. Haklıydılar… Ülkelerinin 100 yıl evvel terk ettikleri toprak zeminde oynamaya çalışıyorlar, bu nedenle şaşırmışlardı! Neticede maç Trabzonspor’un 1-0 galibiyetiyle bitti. O günlerin en hoş hadiselerinden biri, maçtan evvel yazılarıyla ülkesinin takımını aşağılayan ve Trabzonspor’un kaybedeceğini düşünerek sayfalarının maçtan önce hazırlayan gazetecilerden birinin, gülerek yürüyen Liverpoollu futbolcuların sevinç resminin altına, “Liverpool Trabzon’da görüldüğü gibi sevinemedi!” gibi komik bir ifade ile durumu kurtarmaya çalışmasıydı. Bizden olması beklenen ülke gazetelerimizin aksine İngiltere’de İngiliz gazeteleri Trabzonspor’un başarısından övgüyle bahsediyordu. “Dünya devi, Trabzon stadında yoktu!”, “Türkler çıldırdı!” diye yazıyorlardı.

günebakış: Trabzon’dan ayrılma sürecinizi anlatır mısınız?

Serdar Bali: Para için sattılar beni! Bir sene evvel Necdet ile Mehmet Ekşi’yi, ondan önce Ali Kemal’i sattılar, sonra sıra bana geldi. Benden sonra Hüsnü, İskender’e sıra geliyordu ancak Mehmet Ali Yılmaz geldi ve “Biz satmayacağız, alacağız!” dedi. Orada bitti. Ekonomik sıkıntıdan dolayı yani. Beşiktaş’ta 14 sene sonra şampiyon olduk. Benim orada ayağım kırıldı. Ben geldikten 4 ay sonra genç takımdan Rıza geldi. Trabzonspor’da Bekir abi koşuyordu ben rahat ediyordum, orada da Rıza koştu ben rahat ettim. Rıza 3 kişilik koşuyordu! O tip futbolcularla şampiyon olduk. Beşiktaş’ta güzel günlerim oldu, bize çok sahip çıktı. Ayağım kırıldıktan sonra performans da düştü. 27 yaşındayken Trabzonspor’a geri döndüm. Aslında dönmemem gerekiyordu! Ergun Gürsoy’un yönetici, Derwall’in de teknik direktör olduğu dönemde Galatasaray istiyordu beni. İyi de para vermişlerdi. Mehmet Ali Yılmaz, rahmetli Süleyman Seba’ya telefon açıp “Serdar’ı almak istiyoruz.” demişti. O da “Tamam.” demişti. Ben de bonservisimi elime aldım, Galatasaray da orada bekliyordu ama ben ayıp olmasın diye tercihimi yine Trabzonspor’dan yana kullandım. Dönmemem lazımdı, bunu kitabımda da yazdım. Çünkü Trabzonspor’a geldim 2 milyon liraya oynadım, Galatasaray 20 milyon lira veriyordu. “Bonservisini al üstü sana kalsın.” diyordu. 1985 yılında 20 milyon lira cebime koyacaktım ama 2 milyon liraya Trabzonspor’a geldim. Ben gitmediğim için Gaziantep’ten Arif’i aldılar. Derwall’in zamanında 5 sene üst üste Avrupa’ya gittiler. Beşiktaş’ta oynayamama sebebim, İstanbul’da sürekli oynayacaksın. Bir ara verdin mi yerin doluyor ve bir daha da dönmen çok zor oluyor. Ve yönetim bazında da bir kopukluk oldu aramızda. Ama Beşiktaş seyircisi inanılmaz bir seyircidir. Ayağım kırıldığında Amerikan Hastanesinde yatıyordum. İyi bir doktor da ameliyat etti beni. Ayağım bileğimden kırılmıştı. Taraftarlar her gün ayak paça çorbası taşıdı hastaneye. Onları hastaneye almadıkları zaman bahçede yattılar! Evimin önüne geldiler. Her gün paça taşınır mı? “Aman abi iyileş.” diyorlardı. Metin-Ali-Feyyazlı kadro o bizim dönemimizdeydi. Feyyaz ve diğerleri daha 16 yaşındaydı. Ayağım kırıldıktan sonra yavaş yavaş oynamaya başladığımda onlar ufak ufak yeni oynamaya başlamıştı.

günebakış: Tekrar Trabzon’a dönüşünüze gelelim…

Serdar Bali: Trabzon’a dönüşüm tabii ki iyi oldu. Belki oralarda daha fazla para kazanacaktım ama döndük işte. Döndükten 3 ay sonra Denizli’ye gittim. Sundermann gelmişti ve karışık bir durum vardı. Ben buradan giderken kraldım, döndüm yine kraldım. Ama burada başka krallar vardı! Yani ben dişi sallanan kral konumundaydım! Sadi Hoca ile bir iki hadisemiz oldu. Kavga pozisyonuna kadar geldik ama ben döndüm. Ağrıma gitti, çünkü ben dönen, sonunu düşünen bir adam değilim. Bu kez sonunu düşündüğüm için döndüm. Sonrasında Turgay’la Dobi Hasan’ın bir durumu oldu, oraya da müdahale edemedim ve “Sen bırak. O ki karakterinden yiyeceksin, bırak!” dedim ve futbolu bıraktım.

O durumlar 31 yaşında bana futbolu bıraktırdı. Zaten geri dönmüyordum, Denizli’den geri dönmek istemiyordum. Orada pozisyonum iyiydi. Herkes beni seviyordu. Mesut Bakkal da oradaydı. “Burada devam edelim.” dedik. Fakat Suat abi o zaman rahmetli Kenan abiye bir transfer listesi verdi. Oğuz, Aykut, Turan’ı Sakarya’dan istiyor. Eğer bunlar alınırsa benim Denizli’de kalmamda problem yok, alınmazsa takımın kaptanı benim. Alınamadılar, bırakmadılar beni. Ve o bahsettiğim pozisyonları gördüm. Neydi bu? Orta sahada Büyük Hamdi, Küçük Hamdi, Hami ve ben oynuyoruz. Takım yenince muhtemelen ben iyi oynamış oluyorum, pas atıyorum. Ertesi gün basında hep genç olduklarından o arkadaşları öven haberler, bizden bir şey yok. Takım kötü gidiyor, yeniliyoruz, ben yine aynı oynuyorum “Şu Serdar bıraksın artık!” Yani iyi onlar, kötü ben! “Ben artık bunlarla uğraşamam.” diyerek bırakma kararımda etken oldu. Erken bıraktım. Benim en büyük hatam antrenörlük yapmayı düşünmedim. Yıllardır bir durum oluyor, “İş istiyor!” bunlar diyorlar. Hayatım boyunca Trabzonspor’dan iş istemedim. Bir dönem Nevzat Şakar bana sormadan ismimi TFF’ye taraftar temsilcisi olarak bildirmiş. Benim tepkim de “Ben komando muyum da taraftar temsilcisi yapıyorsun?” oldu. 2-3 ay yaptıktan sonra onu da bıraktım.

Ben Trabzonspor’un başkanı olayım ve keyifle puromu yakarak maçını izleyeyim.

günebakış: Sayın Bali teşekkür ederiz.

Serdar Bali: Ben teşekkür ederim.

16 Tem 2019 - 12:59 -


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Günebakış Trabzon Haber Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Günebakış Trabzon Haber hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Günebakış Trabzon Haber editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Günebakış Trabzon Haber değil haberi geçen ajanstır.